assassins
LeVeL 2
|
|
|
|
Yaş : 29
Kayıt tarihi : 19/10/08
Mesaj Sayısı : 240 |
Nerden :
İş/Hobiler :
Lakap : |
|
Konu: Can YüceL ŞiirLeri Perş. Ekim 23, 2008 1:14 pm |
|
|
Akdeniz Yaşıyor Sana
Akdeniz yaraşıyor sana Yıldızlar terler ya sen de terliyorsun Aynı ıslak pırıltı burun kanatlarında Hiç dinmiyor motorların gürültüsü Köpekler havlıyor uzaktan Demin bir çocuk ağladı Fatmanım cumbadan çarşaf silkiyor yine Ali dumdum anasına sövüyor saatlerdir Denizi tokmaklıyor balıkçılar Bu sesler işte sessizliğini büyüten toprak O sesinin sardunyalar gibi konuşkan sessizliği
Hayatta yattık dün gece Üstümüzde meltem Kekik kokuyor ellerim hala Senle yatmadım sanki Dağları dolaştım
Ben senden öğrendim deniz yazmayı Elimden düşmüyor mavi kalem Bir tirandil çıkar gibi sefere Okula gidiyor öğretmenim Ben de ardından açılıyorum Bir poyraz çizip deftere Bir ada var sırf ebabil Dönüyor dönüyor başımda Senle yaşadığım günler Gümüş bir çevre oldu ömrüm Değince güneşine
Neden sonra buldum o kaçakçı mağarasını Gözlerim kamaşınca senden Ölüm belki sularından kaçırdığım O loş suda yıkanmaktır Durdukça yosundan yeşil Kulaç attıkça mavi
Ben düzde sanırdım yıkıntım Örenim alkolik asarım Mutun doruğundaymışım meğer
Senle çıkınca anladım Eski Yunan atları var hani Yeleleri bükümlü Gün inerken de öyle Ağaçtan izdüşümleriyle Yürüyor Balan tepeleri Yürüyor bölük bölük can Toplu bir güzelliğe doğru
Kadınım Yaraşıyorsun sen Akdenize
Ağıt
Dün gece seyrimde gördüm cerenim. Kızlar ne kadar çok seviyorlarmış ki seni Mosmor olmuş gülyazısı bedenin
mormor olmuş gülyazısı bedenin Düşmüş sanki erguvanlar içinde En genç burcu yıldızdan bir kalenin
En enç burcu yıldızdan bir kalenin Uçmuş sanki uçsuz bir uçuruma Gökyüzünün çakır gözlerinden
Gökyüzünün çakır gözlerinden Düşmüş bir damla, bir deniz feneri Işınlarıyla şile bezlerinin Güdüyor çobansız kalmış tekneleri
Buluşmak Üzere
Diyelim yağmura tutuldun bir gün Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek Öbür yanda güneş kendi keyfinde Ne de olsa yaz yağmuru Pırıl pırıl düşüyor damlalar Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın Dar attın kendini karşı evin sundurmasına İşte o evin kapısında bulacaksın beni
Diyelim için çekti bir sabah vakti Erkenceden denize gireyim dedin Kulaç attıkça sen Patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan Ege denizi bu efendi deniz Seslenmiyor Derken bi de dibe dalayım diyorsun İçine doğdu belki de İşte çil çil koşuşan balıklar Lapinalar gümüşler var ya Eylim eylim salınan yosunlar Onların arasında bulacaksın beni
Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya Çakmak çakmak gözleri Meydan ya Taksim ya Beyazıt meydanı Herkes orda sen de ordasın Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim Özgürlüğe mutluluğa doğru Her işin başında sevgi diyor Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili Bi de başını çeviriyorsun ki Yanında ben varım
Hersey Sende Gizli
Yerin seni çektiği kadar ağırsın Kanatların çırpındığı kadar hafif.. Kalbinin attığı kadar canlısın Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç... Sevdiklerin kadar iyisin Nefret ettiklerin kadar kötü.. Ne renk olursa olsun kaşın gözün Karşındakinin gördüğüdür rengin.. Yaşadıklarını kar sayma: Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;
Ne kadar yaşarsan yaşa, Sevdiğin kadardır ömrün.. Gülebildiğin kadar mutlusun Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin. Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın Bir gün yalan söyleyeceksen eğer Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın. Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak. Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü. Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..
İşte budur hayat! İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun Çiçek sulandığı kadar güzeldir Kuşlar ötebildiği kadar sevimli Bebek ağladığı kadar bebektir Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren, Sevdiğin kadar sevilirsin...
Bilmelisin ki
Bilmelisin ki ... Duvarda asili diplomalar insani insan yapmaya yetmez.
Bilmelisin ki ... Ask kelimesi ne kadar çok kullanilirsa, anlam yükü o kadar azalir.
Bilmelisin ki ... Karsindakini kirmamak ve inançlarini savunmak arasinda çizginin nereden geçtigini bulmak zor.
Bilmelisin ki ... Gerçek arkadaslar arasina mesafe girmez. Gerçek asklarin da!
Bilmelisin ki ... Tecrübenin kaç yasgünü partisi yasadiginizla ilgisi yok, ne tür deneyimler yasadignizla var.
Bilmelisin ki ... Aile hep insanin yaninda olmuyor. Akrabaniz olmayan insanlardan ilgi,sevgi ve güven ögrenebiliyorsunuz. Aile her zaman biyolojik degil
Bilmelisin ki ... Ne kadar yakin olursa olsunlar en iyi arkadaslar da ara sira üzebilir. Onlari affetmek gerekir.
Bilmelisin ki ... Bazen baskalarini affetmek yetmiyor. Bazen insanin kendisini affedebilmesi gerekiyor.
Bilmelisin ki ... Yüreginiz ne kadar kan aglarsa aglasin dünya sizin için dönmesini durdurmuyor.
Bilmelisin ki ... Sartlar ve olaylar, kim oldugumuzu etkilemis olabilir. Ama ne oldugumuzdan kendimiz sorumluyuz
Bilmelisin ki ... Iki kisi münakasa ediyorsa, bu birbirlerini sevmedikleri anlamina gelmez. Etmemeleri de sevdikleri anlamina gelmez.
Bilmelisin ki ... Her problem kendi içinde bir firsat saklar. Ve problem, firsatin yaninda cüce kalir.
Bilmelisin ki ... sevgiyi çabuk kaybediyorsun, pismanligin uzun yillar sürüyor.
Fındık Faresi...
Kafka'nın "Fare" öyküsü üzre, Gözüme nasıl büyük görünürdü Şu Sirkeci Garı'nın lokantası! Sekiz-on yıl kapalı durup yeniden açıldığında. Gittim baktım ki götiçi kadar kalmış O hangar gibi yer... Garsona sordum: Niye küçülttüler, dedim burasını? Yok, amca, dedi, dokunmadılar hiç enine boyuna. Siz fazla şişmanladığımızdan, size öyle geliyor. Doğru dediği belki de... (Üstelik garson Kafka'nın gençlik resimlerinden birine pek benziyordu.) Ola ki yaşlandıkça, yaşlanıp şişmanladıkça, Hiçdurma küçülen bu zemin-vatan ve tavan arasında dönmüşümdür ben de Kafka'nın faresine... Yarın, meselâ, orta yerimden çatlasam ne lâzım gelir?... Yine de içimden bir ses: Sen sen ol! diyor, Kafka'nın öyküsündeki fare emsal, Cirit oyna oynayabildiğin kadar, Bulduğun neyse mekân! Ellerin, ayakların ve çükünle değilse de, Hâlâ genç kalan aklınla koşmaca oyna, Duvarlara vursan da başını, O tavanarası kadar kaldığında cürmün ve cirmin, Ölmek ki senin başlayıp da bitiremediğin Allah bilir kaçıncı bin şiirin...
Öyle Bi
Temiz gömlegimi giydim talimden sonra Ayaklarını yıkıyor çeşme başında erler İşte sen öyle bir serindin Tuzladan kaptılarla inerken şehre Ne güzel şey sivil denmesi çıplağa Ve gün-açık penceresinden meselerin Yamacın kuytusuna sokulmuş mavi Ufacık bi parça deniz gibiydin
Şipka biberleriyle konmuş okulun camlarına Arnavut Köyünün o muhacir güneşi İste sen öyle bi cumartesiydin Sahanlıkta saçlarını tarıyor kızlar Raylar ondan böyle kıvılcımlanıyor Köşeleri dönerken, önlükleri altından Dünyaya başlar gibi aybaşlarının kokusu Kalkan al tıramvaydın ergenlik durağımdan
Meyvahoşun orda bir sabahcı kahvesi Gün ağarmıştı ama ben günaydın demedim İşte sen öyle ışıklı bir yerdin. Bilmiyordum hiç burda bir fırın olduğunu Diz çöktüm asfalta, baktım aşağı, üüüü'üh!.. İşçiler ateşler ay çörekleri Ve kılıc gibi taze ekmek kokusu... Dağıttık evvel-Allah yalnızlıkları
Yaşamak düğünse, sen orda gelindin Seni soydum, Güler, dünyayı giyindim
Hayal Oyunu
Ellerindi ellerimden tutan Ellerimdi ellerinden tutan... Bıraktığı anda ellerimiz ellerimizi Gökyüzüne vuracaktı gölgeleri ellerimizin Kimbilir kaç martılar halinde...
Bir masada karşı karşıya Seyrederken dudaklarını senin, Dile gelmiş ilk Türkçeydik... Henüz başlamış külrengi bahar, Ne savaş, ne barıştık biz...
Bu dünyaya yeni gelmiş bir diyar Manolyaya gece konmuş kumrular...
Sevgi Duvarı
Sen miydin o yalnızlığım mıydı yoksa Kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi Dilimizde akşamdan kalma bir küfür Salonlar piyasalar sanat sevicileri Derdim günüm insan arasına çıkarmaktı seni Yakanda bir amonyak çiçeği Yalnızlığım benim sidikli kontesim Ne kadar rezil olursak o kadar iyi
Kumkapı meyhanelerine dadandık Önümüzde Altınbaş, Altın Zincir, fasulye pilakisi Ardımızda görevliler, ekipler, Hızır Paşalar Sabahları açıklarda bulurlardı leşimi Öyle sıcaktı ki çöpcülerin elleri Çöpcülerin elleriyle okşardım seni Yalnızlığım benim süpürge saçlım Ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi
Baktım gökte bir kırmızı bir uçak Bol çelik bol yıldız bol insan Bir gece Sevgi Duvarını aştık Dustuğum yer öyle açık seçik ki Başucumda bi sen varsın bi de evren Saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi Yalnızlığım benim çoğul türkülerim Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi
Ellerimde Bir Göztaşı
Ellerimde bir göztaşı, gözlerim boş gidiyordum Ne bileyim, bir damlanın böyle deniz olduğunu Şaştım, mavi bir fal gibi açılınca önümde Giritli bir ölümüm varmış, bir balıkçı fitil gibi Patlayacakmış avucunda otuz çubuklu gençliğim Üç günde mi desem, üç gökte, üç kulaçta mı Ben ki, o camgöbeği çiçekler açan ağaç Kırılmaz bardaklar gibi tuzla buz olacakmış Ne zaman boğulsam böyle yosun kokuyordu ışık Sabahcı kahvelerde bir çiroz ötüyordu Ve dalgalarımı geçen o deniz şoförleri Böyle uyur düşlere bindirmiş gemiler Uyuklar gibi üstünde mermer masaların Bir tahta parçasıydım, osmanlı bir kazadan kalmış Yüzüyordum, islam kaptanın ahşap ayağında Öbür tahtalara öbür insanlara doğru Cumhurdu mürekkep balığı, simsiyah yüzüyordum Ne bileyim, bir korkunun böyle destan olduğunu Ağardım, nisanlayınca gece, ve yavrulayan yalnızlık Ya da ilk insanın doğduğu, öldüğü dağdı Moby Dick Nefes aldıkça filbahriler köpürüyordu sulardan Çanlar çalıyor kulaklarımda, yunuslar yarışıyordu Alyuvarlar, dolkuşları ve rüzgar midyeleri Dedim, dünya gibi bulut yok dünya üstünde Ellerimde bir göztaşı, gözlerim boş gidiyordum Ne bileyim, bir türkünün böyle Veysel olduğunu Açıldım, çıkmaz bir sokak gibi, kapanınca denizde. |
|